ZOR DOSTUM, ZOR
Bu ülkede kadın olmak zor.
Sokağa çıkarken saat hesabı yapmak, gülüşünü ayarlamak, susması gerektiği yeri bilmek zorunda bırakılmak…
Bir yaşam değil, bir savunma durumu.
Bu ülkede çocuk olmak zor.
Oyun çağında sorumluluk yüklenmek, yoksulluğu erken tanımak, hayalleri sınav kağıtlarına sıkıştırmak zorunda kalmak…
Çocukluk, korunması gereken bir hak olmaktan çıkıp ertelenen bir lüks haline geldi.
Bu ülkede emekli olmak zor.
Yıllarca çalışıp sonunda geçinememek, alın terinin karşılığını hesap makinesiyle ölçmek, “geçinemiyorum” demeye utanmak…
Emeklilik dinlenme değil, ayakta kalma, yaşama tutunma mücadelesine dönüşmüş durumda.
Bu ülkede öğrenci olmak zor.
Barınamamak, beslenememek, gelecek kaygısını diploma cebine koymadan sırtında taşımak zor.
Bilgiye değil, belirsizliğe hazırlanıyor gençler.
Bu ülkede emekçi olmak zor.
Çalışırken yoksullaşmak, hakkını ararken suçlu ilan edilmek, “şükret” denilerek susturulmak zor.
Emek kutsal denir ama emekçi yalnız bırakılır.
Aslında sorun, tek tek kimlikler değil. Sorun, yaşamın kendisinin zorlaştırılması. Yönetilemeyen ekonominin, çözülemeyen adaletin, görmezden gelinen eşitsizliğin bedelini halk ödüyor.
Zorluk, yazgı gibi sunuluyor; sabır, çözüm diye pazarlanıyor.
Oysa bu zorluklar doğal değil.
Ne kadınların korkusu, ne çocukların yoksulluğu, ne emeklilerin çaresizliği, ne gençlerin umutsuzluğu bir yazgı. Bunlar siyasal tercihlerin, toplumsal duyarsızlığın sonucudur.
Ve en zor olanı nedir biliyor musun dostum?
Bu denli zorluğa karşın hâlâ “normalmiş” gibi yaşamaya zorlanmak. Ses çıkaranın “nankör”, itiraz edenin “tehlikeli” sayılması.
Evet, zor dostum zor.
. Zorluk, adını koymadan, nedenini sorgulamadan, hesabını sormadan bitmez.
Zeki BAŞTÜRK