HASRETİN ADI : YAŞAM
Toprak suya hasret. Çatlamış, kurumuş, susuzluktan rengi solmuş. Toprağın, çatlaklarında bir damla yağmurun özlemi var. Yağmurun her damlası bir umut. Yaşamak için değil sadece, yaşatmak için de gerekli. O damlalar, bir filizin, bir çiçeğin, bir ekmeğin habercisi.
İşsiz, bir işe hasret. Sabahın köründe yola düşen eller, bir kapı açılır mı diye dolanır durur. Her kapı ardında umut arar, her reddediş biraz daha eksiltir insanı. “Deneyimin yok” derler, “fazlası var” derler, “şimdilik gereksinim yok” derler. Oysa insan salt geçinmek için değil, bir yere ait olmak, bir işe yaramak ister. İşsizlik yalnızca maddi değil, manevi bir yıkımdır da. Kimliğini yitirir insan.
Yoksul, bir kuru ekmeğe hasret. Ekmeğin kutsallığını unuttuk belki de. Masamızda artan, çöpe giden her lokma, başka bir çocuğun rüyası. Karnını doyuramayan bir annenin sessiz gözyaşı. Kuru ekmeği bulmak bile lüks sayılıyor artık bazı sofralarda. Yoksulluk sadece mideden eksilmez, hayallerden, umutlardan, gelecekten de eksiltir.
Geri kafalılar, aymazlar, bağnazlar, bilgisizler ışığa, aydınlığa hasret. Beyinler kararmış, örümcek ağları sarmis her yani. Vicdanlar körelmiş. Duyarsız olmuş yürekler. Taş bağlamış gönüller. Bir damla ışık aydınlatacak tüm beyinleri . Işığa, aydınlığa hasret toplum.
Ve insanlık...
Barışa, özgürlüğe , erince, mutluluğa hasret.
Bir çocuğun korkmadan uyuyabildiği, bir kadının sokakta özgürce yürüyebildiği, bir gencin düşüncesini korkusuzca ifade edebildiği bir dünya neden bu kadar zor? Savaşlar sürüyor. Duvarlar örülüyor. Sınırlar dikenli tellerle çevriliyor. Kimlikler, diller, inançlar, yaşam biçimleri bahane edilerek insanlar ötekileştiriliyor. Oysa gökyüzü hepimize ortak değil mi? Aynı yıldızlar altında, aynı havayı soluyarak yaşarken neden bu bölünmüşlük?
Hasret büyüyor içimizde.
Bir damla suya, bir parça ekmeğe, bir işe, bir umuda, bir barışa, bir özgürlüğe...Bir de ışığa ve aydınlığa.
Belki de tüm bu hasretlerin toplamı "yaşamak"tır aslında.
Ve ne acıdır ki insan, en çok da yaşamaya hasret...
Zeki BAŞTÜRK