Halide Halid(Araştırmacı Yazar)


“Önce Vatan” serisinden: Yine Son Bahar Geldi…

Sararan yapraklar, Melek anne için oğlunun yokluğunu hatırlatan sessiz bir hüzne dönüştü. İçindeki boşluğu hiçbir şey dolduramıyor; ama yüreğinde taşıdığı sevgi ve özlem ona teselli veriyor. Rüzgar estiğinde, yaprakların hışırtısı sanki oğlunun kahkahasını fısıldıyor, uzaklardan gelen bir esinti Esed’in adını anımsatıyor. Yine sonbahar geldi…


                                                                                                                           Halide Halid
“Önce Vatan” serisinden:

                                        Yine Son Bahar Geldi…

      Sararan yapraklar, Melek anne için oğlunun yokluğunu hatırlatan sessiz bir hüzne dönüştü. İçindeki boşluğu hiçbir şey dolduramıyor; ama yüreğinde taşıdığı sevgi ve özlem ona teselli veriyor. 
Rüzgar estiğinde, yaprakların hışırtısı sanki oğlunun kahkahasını fısıldıyor, uzaklardan gelen bir esinti Esed’in adını anımsatıyor.
Yine sonbahar geldi…
Pencereden uzaklara bakarken, her esen rüzgar onu oğlunun sesini hatırlatıyor; fısıldayan yapraklarda onun kahkahasını, uzaklarda bir köşeden gelen rüzgârla birlikte onun adını duyuyor sanki.
Yine sonbahar geldi…


Beş yıl önce sonbaharda binlerce Azerbaycan annesinin kalbine ateş düştü.
Bu ateş düştüğü yeri- kalpleri yakıp, külünü göklere savurdu…
Beş yıl önce binlerce aile, evladına, eşine, ağabeyine, kardeşine bir ömür hasret kaldı…
Beş yıldır ŞEHİT annelerinin her gün durup uzaklara, evlatlarının bir gün dönecekleri yollara hasretle baktığı pencere önüdür. Melek anne de onlardan biridir.
Onun penceresi, oğlundan gelecek haberlere açılan bir umut noktasıdır.
Beş yıldır sonbahar geldiğinde Esed’ini beklemek için pencere önünde duruyor. Yıllar önce yağmurlu bir günde, doğum gününü kutlamak için gelmişti oğlu.
Şimdi ise pencerede, geçmişteki mutluluklarını ve gelecek umutlarını bir arada taşıyor.
O gün, Esed’in hediyesi olan küçük bir telefon, Melek ana için dünyanın en değerli nesnesi olmuştu. O an, oğlunun sevgisini ve düşünceli davranışlarını hissederek, kendini dünyanın en mutlu insanı sanmıştı. Esed’in tatlı sözleri, yağmurlu günün hüznünü unutturmuş, ona tarifsiz bir sevinç vermişti.
Pencerenin önünde, gözyaşlarıyla ıslanmış titrek elleriyle oğlunun fotoğraflarına dokunuyor, her karede oğlunun gülüşünü arıyordu. İçindeki boşluğu dolduracak hiçbir şey yok, ama yüreğinde taşıdığı sevgi ve özlem, onun için bir tesellidir. Sonbaharın sararmış yaprakları gibi, acısı da zamanla derinleşmiş ama bir o kadar da anlam kazanmıştı.
Ama her anısında, onun cesareti ve fedakârlığı da yeniden doğuyor yüreğinde. Acısı derin, hasreti sonsuz olsa da, oğlunun Vatan uğruna verdiği mücadele ve bıraktığı hatıralar, annesine her gün bir umut, bir güç veriyor. 
Sonbahar ne kadar hüzünlü olursa olsun, içinde taşıdığı sevgi, onun karanlık günlerini aydınlatıyor.


Yine o güne dönmüştü Melek anne-2017 yılının 4 Ekim tarihine…
O gün işteydi. Akşama doğru, mesai arkadaşlarından biri yaklaşarak, “Bak gör kimler gelmiş,” dediğinde, Esed’i karşısında durduğunu gördü.
Yağmurlu ve sisli bir hava vardı. Bir taraftan çok sevindi, diğer taraftan oğlunun üst başının su içinde, ıslak olduğunu görünce morali bozuldu.
Esed’in gözlerine bakarak, “Sen bu yağmurda neden geldin?” diye sorduğunda, oğlu, “Anneciğim, önce bana sarıl, halimi sor, sonra beni fırçala,” diyerek annesine sarıldı.
Annesi, “Annen sana kurban olsun, bak sırılsıklam olmuşsun,” dediğinde, Esed, “Sen boş ver benim sırılsıklam olmamı. Bugün senin doğum günündür. Bugün tufan kopsaydı bile, yine seni tebrik etmek için gelirdim. Benim bir tane annem var,” sözleriyle karşılık verdi.
Sözünü bitirdikten sonra etrafa bakarak annesine, “Annem, buralarda bir müsait yer var mı? Sana diyeceklerim var,” dedi.
Bir kenara çekildiler. Esed cebinden bir telefon çıkardı. Kolunu annesinin omuzuna koyarak, böyle dedi: “Anneciğim, hediyem küçük olsa da kusuruma bakma. Bunu büyük hesap et. Şimdilik gücüm buna yetti”.
Melek anne, oğlunun elinde o dönemde moda olan kapaklı Nokia telefonu olduğunu fark etti.
Anneler, anneler…
Evladının tatlı bir sözüyle kendini dünyanın en mutlu insanı zanneden anneler…
Melek anne de o an dünyanın en mutlu insanıydı. Mutluluğunu oğluna sarılarak böyle anlattı:
“Gözümün nuru, bu telefon benim için dünyanın en pahalı telefonundan daha kıymetlidir. Çünkü bunu bana yiğidim almış. Ayrıca, sen bana hiçbir şey almasan bile, senin bu yağmurda beni tebrik için gelmen benim için yeryüzünün en kıymetli hediyesidir. Senin bana söylediğin tatlı kelimeleri duyduğumda her gün yeniden doğuyorum. Rabbime, bana senin gibi bir evlat verdiği için şükür ediyorum, gözümün nuru.”
Esed yine annesine sarılıyor ve “Annem, her zaman gözü tok oldun…” diyor.
Biraz ordan burdan konuşuyorlar. Sonra Esed, eve dönmek istediğini söylüyor. Annesinin mesai saati henüz bitmemişti. “Başka istediğin bir şey var mı anneciğim?” diye soruyor. Melek anne “Almışsın, daha ne alacaksın ki?” diyor.
Esed ise eve dönerken pasta ve mum alıyor. Annesi akşam eve döndüğünde, Esed hemen ışıkları kapatıp mum yakıyor. Elinde pasta, kapıyı açarak annesini karşılıyor.
O gün, Melek anne için ömrüne ebedi yazılan bir doğum günü oluyor.
Annesi doğum günü kutlamayı sevmezdi. Esed ŞEHİT olduktan sonra 4 Ekim onun için bir merasim günü haline geliyor. O gün, 700’den fazla insan evlerinin bahçesinde toplanıyor. İki büyük çadır kuruluyor.
O gün anne aniden, “Bugün benim doğum günüm!” diye hatırlıyor. Kendinden geçerek, “Esed’im, benim için unutulmaz bir doğum günü geçiriyorsun!” diye haykırıyor.
Artık o günden sonra bir daha doğum günü kutlamıyor Melek anne. Onun aldığı telefonla ilgili hatıra ise Melek anne için oğlunun anısı olarak kalıyor.
O zamanlar hayattaydı. Yeğenleri telefonu oynayarak bozmuşlardı. Telefonun çalışmadığını gören çocuklar sonra da kırmışlardı.
Esed’in şehadetinden bugüne kadar, o telefon için anne pişmanlığının acısını yaşıyor.
Neden telefonu koruyamadı diye kendini kınıyor.


“Neden ben onun hediyesini gözbebeğim gibi koruyamadım? Kendisi nasıl gittiyse, hediyesi de bana kalmadı… Bana ilk telefonu da Esed almıştı…” -diyor Melek anne.
Annesinin söylediğine göre, Esed askeri üniforma ile eve gelmeyi sevmezdi. Hatta harbiyeli olduğu dönemlerde bile tatildeyken uniforma ile gelmezdi.
Bu uniformaya aşık olmasına rağmen hep böyle yapardı. Sivil kıyafetle gelirdi eve.
Aslında okuldan halasına gider, orada üstünü değiştirip sonra eve dönerdi.
Bir gün askeri lisede okurken, tatilden önce harbiyelileri eve bırakıyorlar. O gün Esed’in halası evde değildi. O da üstünü değiştirmeden askeri uniforma ile eve gelmişti.
Melek anne elini göğe kaldırıp, Esed’i askeri uniforma ile gördüğü için Rabbine şükrediyordu.
Annesi, oğlunun harbiyeli uniformasını ve Yüksek Askeri Okulda giydiği askeri uniformayı, onun sonraları giydiği tüm üniformalardan çok seviyordu.
Her zaman diyordu ki: “Bu uniformalar oğluma çok güzel yakışıyor.”
O gün, Melek anne düğünden eve döndüğünde, evlerinin bahçesinde Esed’in kendisine doğru geldiğini görüyor.
Esed: “Güzel annem, çok istiyordun beni bu uniformada görmeyi. Bak geldim. Gel şimdi bir fotoğraf çekelim,” diyor.
Annesiyle bahçede fotoğraf çektiriyorlar. O fotoğraf, annenin oğlu ile çektiği ilk ve son fotoğraf oluyor.
Ne anne, ne de Esed fotoğraf çektirmeyi hiç sevmezlerdi. Bunun pişmanlığını ŞEHİT annesi şimdi de çekiyor.
Diyor ki: “Keşke Esed her eve geldiğinde onunla fotoğraf çektirseydim. Şimdi o fotoğraflara muhtacım.”
Kalbi evlat yarasıyla yanıp alışan anne, her gün oğlunun resimleriyle türlü türlü videolar yapıyor; o videoları kalbinin acısını dindirmeye çalışarak farklı farklı şarkılar ve şiirlerle süslüyor.
Her gün evladının hayalleriyle yaşıyor.
Esed’le ilgili onunla telefonda görüşürken, ondan oğlu hakkında hatıralarını anlatmasını rica ettiğimde, bana şöyle cevap verdi:
“Onunla ilgili o kadar anılarım, hatıralarım var ki, ama anlatmak benim için çok zor. Bütün günüm bu telefonda geçiyor. Şehitlerimizi, oğlumu paylaşıyorum. Sanki anlatma yeteneğimi kaybetmişim. Onunla ilgili konuşmaya başladığımda sanki boğuluyormuşum gibi oluyorum. O yüzden, benim onun hakkında konuşmamı isteseler de, sohbetten kaçıyorum.
Çünkü onun hatıraları yüreğimde düğümlenmiş. Onun yokluğu hakkında konuşmak benim için ölümden de zor.”
Askeri Liseyi ilk yıl kazanamamıştı. Melek anne hasretle sınavın cevabını bekliyordu. O dönemlerde cep telefonu yoktu. Sınavdan sonra Esed’in, Bakü’de yaşayan amcasıyla geldiğini gören anne “Esed, nasıl oldu?” diye sorduğunda, o morali bozuk halde “Anne, kazanamadım,” dedi.
Aslında onun asker olmasını anne istemiyordu. Bu onun kendi seçimiydi. Anne babasının izni olmadan gitmişti sınava. Tek oğul evladı olduğu için onun bu yolu seçmesi hiç yüreklerince değildi.
Annesi onun cevabından nasıl sinirlendiğini hatırlamıyor. Esed’e sert tepki göstermişti.
Yüzüne vurmasa da, annesi sonraları bu tepkinin onu nasıl kötü etkilediğini duymuştu.
Bahçelerinde incir ağacı vardı. Bahçe ise Kayalık denilen yerde idi. Orada çok yılan olurdu.
Gitmiş, o incirin altında oturup ağlamıştı “Annem, benim okulu kazanamadığım için morali bozuldu.” Orada kendine yemin ediyor ki, ne olursa olsun, o askeri okulu kazanmam lazım.
Daha sonra hazırlık kurslarına katılıyor ve üzerinde çok çalışıyor.


2.Yıl yüksek notla okulu kazanıyor.
Esed ŞEHİT olduktan sonra, askeri lisede okuduğu dönemde kendi için yaptığı hatıra defterini annesi buluyor. Esed o defterde her günkü anılarını yazıyordu.
Defterdeki anıların içerisinde şöyle yazıyordu:
“Ben anneme söz vermiştim, çünkü ilk defa annemin bana göre moralinin bozulduğunu gördüm. O yüzden kendime söz verdim ki, nasıl olursa olsun, ben askeri okulu kazanacağım ve kazandım da. Buradaki tüm zorluklara rağmen yine kendime söz veriyorum ki, asıl erkek gibi sözümü tutacağım. Sen benimle onur duyacaksın, annem.”
O defter sonraları, evlerinde tadilat yapılan dönemde kayboluyor. Bu kayıp, ŞEHİT annesini çok üzüyor. Oğluyla ilgili bazı hatıraları (eşyaları) koruyamadığından dolayı kendini suçluyor.
Esed her zaman diyordu ki: “Ben annem için askeri okula gitmişim. İlk sınavı kazanamadığımda bir anlık başka bir alanda sınava girmeyi düşündüm. Sonra vazgeçtim, çünkü anneme bir söz borcum vardı.”
Sonradan askerliğe çok ısınıyor. Son dönemlerde annesine:
“Anneciğim, merak etme, her şey iyi olacak. Artık görevim de artıyor, pratiğim de. Emeğimin meyvelerini yavaş yavaş topluyorum. Sana minnettar olacak günlerime çok az kaldı. Ben senin bir sözünle yeniden askeri okula gittim. Yoksa başka alanda eğitim almak istiyordum, sınavı kazanamadığım için. Bak annem, maaşım da artacak, evi satıp geniş, bahçeli bir ev alırız. Ablamı da yanımıza alırız. Her şey çok güzel olacak. Göreceksin,” diye umutlar veriyordu.
Annesi, Esed’in sözünü tutacağını biliyordu. Çünkü Esed, verdiği her sözün arkasında dururdu.
Maalesef tüm dilekleri yarım kaldı…
Melek anne diyor ki, ‘Vatan kavramı askerler için bambaşka bir güçtür. Bu kelime damarlarına öyle işler ki, onlar vatanda yaşayan anne-babaları, kardeşleri veya çocukları için değil; gözlerini kırpmadan, vatanın ebedi bütünlüğü için hizmet ederler.
Esed de bunu bilerek, ölümün gözünün içine bakarak savaşa gitti. ŞEHİT olduğu yer öyle bir yerdi ki, tam ortadaydı; betonun üstünde duruyor ve “Ateş” emrini veriyordu. O an, bir kurşunun kendisine gelebileceğini bile düşünmüyordu.


Çok dürüst, vicdanlı ve vatanla nefes alan bir yiğitti.”
Tüm ŞEHİTLERİMİZ gibi, o da her şeyi geride bırakıp, vatanı anne-babasından, ailesinden çok sevdiği için savaşa atıldı.
Son günlerdi. Melek annenin hiç aklının ucundan geçmezdi ki, günler, oğlunun ömrünün sonuna yaklaşmaktadır.
Ağdam’da siperler kazılıyordu, savaşa hazırlık yapılıyordu. İşle ilgili evde hiç konuşmazdı.
Bunu sevmezdi. Annesi bir soru sorduğunda derdi ki: “Anne, gelmişim, bugün evden ve aileden konuşalım, iş orada kalsın, biraz kafamı dinlendireyim.” Böyle sözlerle konuyu değiştirirdi.
İş hakkında asla bilgi vermezdi.
“Bir gün oturuyorduk, o da evdeydi, kanepede uzanıyordu. Benim ‘Yerin, yurdun nasıl, ne yapıyorsunuz, durum nasıl?’ sorusuna cevap vermeden önce telefonunu açtı. Karşısında pamuk tarlası ve bir siper vardı; büyük, üstü zırhlı, yanları lastiklerle çevrili bir siperdi. Dedi ki: ‘Oğlunun karargahına bak. Bak ne güzel karargahım var benim.’
Ben dedim: ‘Bu da ne böyle?’
Gülerek espri yaptı: ‘Bak, nasıl lüks bir odam var.’
Ben dedim: ‘Anneciğim, burada insan mı yaşıyor, toprağın içinde?’
Dedi: ‘Burası kazıldı, içinde odalar var. Ama sen bunu boş ver, sen pamuk tarlama bak. Bak ne güzel pamuk tarlam var.’
Böylece konunun yönünü değiştirdi.
Ben de merakla sordum: ‘Oğlum, bu siper ne kadar sağlam?’
Dedi ki: ‘Anneciğim, buranın nasıl sağlam hazırlandığını biliyor musun?’
Hep derdim ki, işte savaş olacak diye konuşurlar, ama o derdi ki: ‘Ne savaş, anneciğim. Böyle bir şey yok. Bu kadar yabancı ülkeyle anlaşmalar yapıyoruz, şirketler açılıyor, yatırımlar oluyor. Sen ne diyorsun, boş ver.’” - diyor ŞEHİT annesi.
Esed, annesini meraktan kurtarmak için böyle söylüyordu. Aslında savaş için hazırlıklar yapılıyordu.
O yüzden ŞEHİT olduğu gün, ona “Esed artık yok” denildiğinde, annenin oğluna bir şey olacağı aklına bile gelmiyor.
O kadar inanmıştı ki, evladına hiçbir şey olamaz. Böyle bir yiğit oğuldu Esed…


Anne konuşuyor, konuştukça sözler boğazına tıkanıyordu. Onun sesindeki heyecan, her sustuğunda bu suskunluğun içerisindeki hasret, insanın kalbine sanki bıçak saplıyordu.
Konuşan, dağ gibi yiğit evladını kaybeden, beş yıldır onun hasretiyle yaşayan ŞEHİT annesiydi…
Onu teselli etmekte zorlanıyordum. Ne söylesem ki, onun bu acısına az da olsa teselli olsun?
Söylemek istediğim her söz bana garip geliyordu, kafamda soruları peşpeşe diziyordu…
“Biz de onunla her zaman gurur duyduk; önce üsteğmen, sonra yüzbaşı rütbesini aldı. Son olarak, savaşın 10 gün öncesinde, çocuğunun doğum gününde eve gelmişti. Biz onunla sohbet ettik, konuştuk, güldük. 20 Eylül’de tekrar görevine döndü. 27 Eylül günü ise arayarak hal hatır sordu, ‘Sağ olun’ diyerek vedalaştı.
1 Ekim sabahı erken saatlerde tekrar aradı, herkesi tek tek sordu, ben de ona anne duası ettim. Aynı gün öğle saatlerinde ise ŞEHİT haberi geldi.”
Anne, titrek sesle anlattığı her kelimesinde Esed’inin sanki portresini benim için canlandırmaya çalışıyordu. Oysa benim Esed’i artık yakından tanıdığımı bilmiyordu.
Melek anne bilmiyordu ki, Esed hakkında olan tüm verileri okumuşum, tüm videoları izlemişim.
Anne bilmiyordu ki, artık onun evladı diğer ŞEHİT kardeşleri gibi benim uykusuz gecelerimin misafiri olan, benim her gün sohbet ettiğim, fikir paylaştığım insandır.
Evlat kaybı acı olsa da, anne oğlunun kahramanlığı ile övünüyor, bundan onur duyuyor.
Esed son vasiyetini ablasına yazıyor.
ŞEHİT ablası Günay o mesajı böyle anlatıyor:
“27 Eylül’de bana yazdı: ‘Öpüyorum, hepinizi sevgiyle kucaklıyorum, kendinize iyi bakın, çocuklarımıza iyi bakın, onları size emanet ediyorum.’ Daha sonra ikinci kez yazdı: ‘Hüseyin oğlum, her zaman benimle gurur duysun; çünkü onun babası bir kahraman olacak.’”
Bu sözlerden endişelenmiş olsam da, kardeşime çok güvenim olduğu için sakin kalabildim. Kardeşim sanki ŞEHİT olacağını hisstmişti; çünkü her zaman yanında bir bayrak olurdu. ŞEHİT olmadan iki gün önce, o bayrağı kendi silah arkadaşına veriyor ve diyor ki: “Bu bayrağı Şuşa’ya dikeceksin.” Komutanından rica etmiş, “Fotoğrafımı çek, bu benim son fotoğrafım olacak.”
Onun en sevdiği çiçek ise Harıbülbül’dü. Her zaman derdi ki, “Bu çiçek bizden yardım istiyor.”


Yiğit kardeşim o çiçek esaretten kurtuldu. Bu mutluluğu sen yaşamasan da, ruhun bundan şaddır.
Ali Baş Komutanımızın demir yumruğu etrafında birleşen Azerbaycan ordusu Harıbülbül’ü özgürlüğüne kavuşturdu.
ŞEHİT babası, oğlunun kahramanlık yoluna bakarken hem gurur duyuyor hem de derin bir özlem hissediyor. Yüzünde sakin bir gülümseme, gözlerinde ise kaybettiği evladı ile ilgili derin bir hüzün var. 
Sözcükleri az, ama her bakışı, her hareketi sevgisini ve gururunu açıkça gösteriyor. Sessizliğinde bile bir sıcaklık var, çünkü kalbi her zaman oğlunun yanında. O, evladının hatırasını günlük hayatının her anında yaşatıyor ve her düşüncesinde onu yanında hissediyor.
Beş yıldır tek oğul evladının hasretiyle yaşayan, onu fotoğraflarda ve hatıralarda arayan Ferhat beyin, oğlu hakkında söyledikleri:
“Esed profesyonel bir subaydı. Ağdam bölgesindeki cephede düşmanla savaştı. Esed’in komuta ettiği topçu birliği, düşmanın 3 bataryasını tamamen yok etti. Onun verdiği kesin koordinatlar sayesinde, Ermenilerin 5 hava savunma sistemi de imha edildi. Daha sonra o, aynı yönde ŞEHİT düştü. Şükürler olsun ki, Karabağ’ımız geri alındı.”
Azerbaycan’ın yiğit evladı, vatan sevdalısı Esed Hasanov’un yarım kalan hayat hikayesinden az bir hatıra sessiz bir gurur ve derin bir özlemle burada son buluyor…
ÖZGEÇMİŞ
Esed Hasanov, 16 Nisan 1988 tarihinde İmişli şehrinin Şahverdili köyünde dünyaya gelmiştir. Hasanovlar ailesi aslen Zengezur kökenlidir.
Vatan hasretiyle yaşayan ailenin tek evladı olan Esed, küçük yaşlardan itibaren asker olmayı hedeflemiştir.
Esed, Cemşid Nahçıvanski Askerî Lisesini kazanmış ve ardından Askerî Yüksek Okulda eğitimine devam etmiştir.
Azerbaycan Ordusu’nun Yüzbaşısı olan Esed Hasanov, 27 Eylül 2020 tarihinde başlayan Vatan Savaşı sırasında Ağdam bölgesinde bulunan “N” sayılı askerî birliğinde Kurmay Başkanı olarak görev yapmış ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’ne ait mevzilerin, üç bataryanın imha edilmesinde başarı göstermiştir.
Esed Hasanov, 1 Ekim 2020 tarihinde Ağdam yönünde ŞEHİT olmuştur. İmişli şehrinde defnedilmiştir.
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanması uğrunda yürütülen savaş operasyonlarına katıldığı ve askerî birliğine verilen görevleri yerine getirdiği için, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 15.12.2020 tarihli Kararnamesi ile “Vatan Uğrunda” madalyasıyla ölümünden sonra ödüllendirilmiştir.
Azerbaycan’ın Ağdam bölgesinin işgalden kurtarılması uğrunda yürütülen operasyonlara katılarak kahramanlık gösterdiği için, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli Kararnamesi ile “Ağdam’ın Kurtuluşuna Göre” madalyasıyla ölümünden sonra ödüllendirilmiştir.
Hizmet süresi boyunca ayrıca “Kusursuz Hizmete Göre” 3. Derece Madalyası, “Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin 95. Yılı” jübile madalyası ve “Azerbaycan Ordusunun 100. Yılı” jübile madalyası ile de ödüllendirilmiştir.
 


Yazarların Yazılarından Doğan Olumsuzluklar Yazarlara Aittir!

OLTU'DA KENTSEL DÖNÜŞÜM BAŞLIYOR

Oltu’nun Bürokrasi Alanındaki Gücü

Dr.Damla Taşkın Yazdı; Gazze Planı: İşgalin Yeni Kılıfı ve Küresel Dengeler

BESİCİLERE ŞOK! YEM MAKİNE DESTEĞİ.!

OLTU'DA BELEDİYE VE MİLLİ EĞİTİM TARAFINDAN DÜZENLENEN ÇEVRE TEMİZLİĞİ BİLİNCİ

Erzurum ile Linfen Arasında Gönül Köprüsü: Kardeş Şehir Protokolü İmzalandı

Oltu Taşı İşçileri Endişeli, Halk,işciler Merak Ediyor

Ulaştırma Bakanlığı Uçak sayısı artarken Uçak fiyatlarında indirim?

OLTU Orman Köylerine Verilen Teşvikler

DSİ 8. Bölge Müdürü Oğuzhan Yavuz’u,Oltu heyeti ile ziyaret.

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 9 8 0 1 18 25
2.TRABZONSPOR A.Ş. 9 6 1 2 8 20
3.FENERBAHÇE A.Ş. 9 5 0 4 8 19
4.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 9 5 2 2 1 17
5.GÖZTEPE A.Ş. 9 4 1 4 8 16
6.SAMSUNSPOR A.Ş. 9 4 1 4 4 16
7.BEŞİKTAŞ A.Ş. 8 4 3 1 2 13
8.CORENDON ALANYASPOR 9 3 2 4 2 13
9.TÜMOSAN KONYASPOR 8 3 3 2 3 11
10.HESAP.COM ANTALYASPOR 9 3 5 1 -5 10
11.KASIMPAŞA A.Ş. 9 2 4 3 -3 9
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 8 2 4 2 -3 8
13.GENÇLERBİRLİĞİ 9 2 5 2 -4 8
14.İKAS EYÜPSPOR 9 2 5 2 -5 8
15.KOCAELİSPOR 9 2 5 2 -6 8
16.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 8 1 4 3 -2 6
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 9 0 4 5 -14 5
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 9 1 8 0 -12 3

YAZARLAR