BILINEN MEKTUPLAR ÜZERİNE
Yazınımızin en içten, en yalın ve dogal duyguların anlatıldığı türlerinden biridir mektup. İnsan, kimi zaman konuşarak anlatamadığını bir kâğıda döker; sözcükler, sesin yerini alır. Mektup, yazar ile karşısındaki kişi arasında kurulmuş bir köprü gibidir; duygular, düşünceler, özlemler o köprüden geçerek diğer kalbe ulaşır. Bu yüzden mektup yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir duygu aktarım biçimi, bir iç dökme yoludur.

Yazin tarihinde mektup, zamanla bambaşka bir biçime dönüşmüş; yazarlar onu bir anlatım tekniği olarak romana taşımışlardır. Böylece “mektup roman” dediğimiz tür doğmuştur. Bu türde romanın kahramanları, birbirlerine yazdıkları mektuplarla konuşur, dertleşir, hesaplaşır. Olayların akışı, bu mektuplar aracılığıyla ilerler. Okuyucu, her mektupta yeni bir iç dünyaya girer, her satırda farklı bir bakış açısıyla karşılaşır. Bu tür romanın en güzel örneği Halide Edip ADIVAR'in Handan adlı romanidır .
Benzer bir yakınlık “günce roman”da da vardır. Günlük biçiminde yazılmış romanlarda kahraman, gün gün yaşadıklarını, sevinçlerini, korkularını, bazen de yalnızlığını yazar. Günce roman, bir anlamda karakterin kendi iç sesiyle hesaplaşmasıdır. Okuyucu, bir roman okuduğunu unutur; sanki bir başkasının gizli defterini karıştırıyormuş duygusuna kapılır. Anne Frank’in Bir Genç Kızın Günlüğü adlı yapıtı, bu türün en dokunaklı örneklerinden biridir.
Mektup ve günce romanların ortak yanı, ictenliktir. Bu türlerde yazar, okuyucuyla değil, kendisiyle konuşur; ama bu konuşmayı okur dinler. Sözcükler içten gelir, duygu sahicidir, anlatılan öykü ne denli kurgusal olursa olsun gerçeğin yankısını taşır.
Belki de bu yüzden mektup ve günce biçimleri, günümüz iletişiminde bile hâlâ sıcaklığını korur. Çünkü insan, ne kadar değişirse değişsin, içini dökme gereksiniminden vazgeçmez.
Her birimiz, kimlere ne mektuplar yazdik. Renkli kağıtlara yazılan, sayfa kenarları süslü , özlem dolu mektuplar. Aylarca beklenen, yolu gözlenen mektuplar....
Kimi mektuplar, hiç yazılmamış tümceleri taşır. Zarfların içinde değil, kalplerin kıvrımlarında saklanır. Öznur AKGÜL'ün “Bilinen Mektuplar”i işte tam da bu saklı duyguların sessiz tanığı gibidir.
Mektup roman ya da Günce roman diyebilecegimiz bu kitabın kapağı, oldukça etkileyici ve simgesel bir anlatımı içeriyor. Kitabın kapağında sırtı dönük bir çocuk, geçmişin duvarına asılmış mektuplara bakarken sanki yalnız kendi öyküsüne değil, hepimizin unuttuğu sözcüklere de bakıyor.
O duvarda asılı her kâğıt, bir itiraf, bir sitem, bir özlem ya da bir veda gibi duruyor. Kim bilir, belki hiç gönderilmemiş mektuplardır onlar. Belki de zamanın ellerinde sararıp solmuş sevgilerin, yitirilmiş dostlukların yankısıdır. O küçük kızın bakışı, sanki büyüdüğünde okuyacağı tüm satırların ağırlığını şimdiden duyumsamaktadir.
Sarı bir paltonun içinde duran bu figür, umudun rengini giyinmiş ama karanlık bir geçmişe bakmaktadır. Bu çelişki, yaşamın ta kendisidir aslında. Her insan bir gün kendi mektuplarının karşısına geçer; yazamadıklarıyla, sustuklarıyla, gecikmiş duygulariyla, sözcükleriyle yüzleşir.
Kapak, bir gizemin eşiğinde duran bir karakteri anlatıyor gibi. Kız çocuğu hem masumiyeti hem de geçmişin yükünü simgeliyor. Mektuplar ise unutulmuş ya da bilerek saklanmış duyguları temsil ediyor olabilir. Bu açıdan bakıldığında, “Bilinen Mektuplar” kapağı hem yazınsal hem de duygusal anlamda okuyucuyu içine çeken bir çağrı gibi duruyor.
Bilinen Mektuplar, Öznur AKGÜL'ün ikinci kitabı. Roman kahramanı, küçük yaşta bir trafik kazasında babasini yitiren, baba sevgisinden yoksun kalmış bir kiz çocuğu. Kisa bir süre sonra da annesi, gizlice terk eder onları. Teyzesi sahip cikar bu kiza ve ablasına. Bu iki aci olayın sokunu uzun süre atlatamaz bu küçük kız. Annesinin kendilerini terk etmeden önce aldığı sarı renkli mantosu tek avuntu kaynağı olur. Annesinin bir gün geri döneceğini umarak bekler hep.
Beklemek. Hic dönmeyecegini bilerek beklemek. Özlemle beklemek. Hic usanmadan, bikmadan , yorulmadan beklemek. Umudunu yitirmeden bekler hep. Gözleri yollardadir. Büyür küçük kiz .Okullari basariyla bitirir. Ablası doktor, kendisi avukat olur. Bekleyişi hep sürer.
Birgün ansızın gizemli bir adam girer ofisinden içeri. Bu gizemli adamı tanıdıktan sonra yaşama bakış açısı değişir. Daha bir olumlu bakar herkese, herşeye. Sevgiyle dolar yüreği.
Ateş Yayınları basimevinde basılan, kapak tasarımı Aslı Yalçın tarafından yapılan “Bilinen Mektuplar” adlı sevimli kitap bize şunu animsatıyor:
Hiçbir mektup gerçekten bitmez. Kağıt yırtılsa da, mürekkep silinse de sözcükler, duygular kalır insanın içinde. Çünkü kimi tümceler yalnızca yürekle okunur.
Bu kitap da gözle değil yürekle okunan bir kitap. Duygu yüklü, özlem yüklü, sevgi yüklü. Ben gözlerim dolu dolu okudum hep. Merakla, ilgiyle, begeniyle okunacak bir kitap. Duygularını içtenlikle sözcüklere döken kalemine, sevgi dolu yüreğine selam olsun sarı montlu, sarı tokalı Öznur AKGÜL.
Beklemek güzel şey, gelmese de beklenen.
Zeki BAŞTÜRK





