AHMET KOÇAK
" Zorunlu olmadıkça savaş, bir cinayettir."
M. Kemal ATATÜRK.
Ulu önderimiz, yaşamı savaşlarla geçmiş olmasına karşın hep barıştan yana olmuştur ve barıştan yana bir tutum izlemiştir. Dünyanın O'na olan hayranlığı boşuna değildir.
İnsanlar niçin savaşır? Topraklarını genişletmek, başkalarının çalışıp biriktirdiklerini ellerinden almak, kadınları elde etmek, dinlerini yaymak ya da iktidar olmak gibi nedenlerle savaşırlar. Barış yanlısı olanlar da istemeden savaşın içinde bulurlar kendilerini. Savaş karşıtı olanlar, kınanır, dışlanır, hatta vatan haini diye adlandırılırlar. Savaş naraları atılırken barıştan söz etmek kolay değildir.
Yakın tarihte pek çok örneklerini yaşadık. Ruanda, Afganistan, Irak, Hırvatistan, Bosna Hersek, Libya savaşı yaşayan ülkeler. Şimdilerde ise İsrail'in Gazze'de yaşattığı vahşete tanık oluyoruz. Ne yazık ki insanlık, savaşı durdurmaya bir çözüm bulamadı.
Savaştan söz etmemin, nedeni değerli arkadaşım Ahmet KOÇAK 'in imzalayıp armağan ettiği kitabı. " SIĞINAKTA İKİ YIL" adlı romanı Suriye'de yaşanan iç savaşı tüm çıplaklığı ve gerçekliği ile gözler önüne seriyor.
Karanlık ve daracık bir sığınakta açlık ve yoksulluk içinde geçen bir yaşam. Savaşın tedirginliği, kaygısı ve ölüm korkusuyla yaşayan bir ailenin verdiği yaşam savaşı. Savaştan kaçmanın yollarını arama, yurtdışına, başka ülkelere sığınma arzusu. Suriye'de iç savaş. İŞİD ile güvenlik güçlerinin kıyasıya mücadelesi. Amerika'nın Arap Baharı diye uygulamaya koyduğu projenin Mısır'da, asLibya'da, Irak'ta ve şimdi de Suriye'de tıkır tıkır işlemesi. Radikal İslamcıları yönetime getirmek için eline aldığı iplerle kukla gibi oynatması.
Şeriat kurallarının çıkarlara göre uygulanması. Kadınların savaşta ganimet olarak görülmesi, onların seks aracı olarak kullanılması, militanlara cariye yapılması. Arap dünyasında kadına ikinci sınıf insan gibi davranılması. Genç kız ve kadınlara tecavüz edilmesi, yaşlıların öldürülmesi.
Kime hizmet ettiklerinin ayırdında olmayan bilgisiz savaşçılar. Patronların ( egemenlerin) yani onların iplerini ellerinde tutanların onları din ve ırkçılık ile beslemeleri. Bu besinle beslenenlerin ölüme korkusuzca ve gönüllü olarak gitmeleri. Acımasız ve sorgusuz infazlar. Yaşananlar tam bir vahşet.
Salt dehşet, ölüm, acımasız infazlar yok elbette bu romanda. Aşk var, anne ve çocuk sevgisi var, evlat acısı var.
Farklı bir öykü anlayışı, farklı bir yaklaşımı ve bakış açısı vardır Ahmet KOÇAK adlı yazarın. Sait Faik Abasıyanık gibi bir gözlemci, Memduh Şevket Esendal gibi küçük şeylerden mutlu olmasını bilen, Muzaffer İzgü gibi gerçekçi bir yazar. Gerek yazılarında gerekse öykülerinde iyi bir gözlemci olduğu anlaşılıyor .
Genelde öykülerinin kahramanları aramızda yaşayan, mahallemizde oturan kişilerdir. Yani bizden birileridir. Kahramanları, emekli öğretmendir, hemşiredir, yaşlı teyzelerdir, hasta ve sakat insanlardır. Her an içimizde, her an gözümüzün önündedirler.
Çok kolay okunan, yalın ve özlü bir anlatımı vardır yazarın. Anlatımını yerel sözcüklerle süsleyerek çeşitlilik katar. Basit bir anlatım gibi görünse de içeriği derinliklidir. Öykülerinin sonuna eklediği özdeyişlerle vermek istediği mesajı destekler. Günümüzün sorunlarını, sıkıntılarını espirili bir dille ortaya koyar. En önemli özelliklerinden birisi de kendisiyle barışık olmasıdır. Kendisiyle dalga geçmesi, öykülere ayrı bir tat verir. Aynı zamanda onun kişiliğini yansıtır. Hoşgörülü ve alçakgönüllü olduğunu gösterir.
Özgün bir yazardır Ahmet Koçak. Özgün bir anlatımı vardır. Kendi kendisiyle konuşan , kendisiyle söyleşen , bir anlatım biçimidir bu. Öyküden, denemeden öte bir söyleşi havasindadir yazıları.
Sığınakta iki yıl, hoşca vakit geçirmek isteyenlere, okuma güçlüğü çekenlere önerilir. Çünkü okumayı sevdirir ve okuma alışkanlığı kazandırır.
Eline, kalemine, yüreğine sağlık yazar dostum. Okurun çok olsun.
Zeki BAŞTÜRK